Türkiye’de ve Dünya’da örgütlenen milliyetçilik ve Türkiye’de örgütlenen yeni milliyetçiliğe dair!

HABER ARŞIV2 MAKALELER. SÜREÇ YAZILARI
Spread the love

Dünyada örgütlenen aşırı sağ ve faşist hareketlerin, soğuk savaş döneminde iktidar olmuş kimi kesimlerin devamcıları veya soğuk savaş döneminin iktidar ortakları olması sebebiyle, soğuk savaş sonrası barışık ilerleyen dünya pazarı sürecinde sesini çıkarmayan ve görünür olmayan bu kesimlerin bugün dağılmaya yüz tutan dünya pazarında niçin daha fazla görünür olduklarını anlamak için bu makaleyi güncelliği vesilesiyle olduğu gibi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Milliyetçilik tartışması bugüne kadar yerli ve yabancı yazılı pek çok kaynakta tartışılmış üzerine ampirik tarzda milliyetçiliğin doğuşunun insanlık tarihinin hangi aşamasına kadar esnetilip dayandırılacağı tartışılmış ancak kesin bir tanı konulamamıştır. En klasik milliyetçi yoruma göre millet anadan, babadan, atadan, öteden beri süre gelen tanrı bahşı bir lütuftur.  Dil, inanç, gelenek, Kültür gibi ortak özellikleri içeren insan toplulukları milleti oluşturur. Tarihsel maddeciliği tarih sehnesine uygulayıp Milliyetçilik ve milletler tarihini incelediğimizde ortaya çıkan sonuç: Milletin, atadan dededen gelen bir şey olmadığı Dünyanın bütün devletlerini oluşturan milliyetçiliğin belirli bir ekonomik ve toplumsal gelişmişlik düzeyine dayanması gerektiği fikridir; emperyalist paylaşım savaşları ve öncesindeki savaşların asli unsurlarının incelenmesi, gümrük avantajlarının sağlanması için geliştirilen metodlar, kendi pazarını oluştururken iç pazara hakimiyetin koşullarını ve dış pazara açılmanın ve saldırmanın dayanaklarını oluşturan burjuvazinin yarattığı toplumsal enkaz ve karşısına dikilen proleterlerin sınıfsal pozisyonlarının incelenmesi bize bu fikri verir. Ulusçuluk ve milliyetçilik; sınıflı toplumun belli bir aşamasında ortaya çıktığına göre, tarih seyrinde insanı emek harcamaya iten süreçlerin, üretimi ve bölüşümü hazırlayan ortamda, insanların dil, kültür vb. şeylerde ortaklaşması sonucu sınıflı toplumun belli bir aşamasına denk düşen örgütlenme biçimidir.  Kültür kavramının çalışmaktan yani üretmekten, işlemekten doğduğu unutulmamalı. Dil, din ve çeşitli inançların ve ulusun doğuşunu bize sunan bazı çalışmalar insanların gelişiminin sınıflı toplumun doğasındaki üretim süreciyle başladığını ve bütün bu gelişimde rol oynayan süreçlerin üretimle başladığını aktarır. Bu yazımızda amacımız ulusçuluğun yani milliyetçiliğin kökenlerini açıklamak ampirik şekilde insanlığın hangi tarihsel kesitinde ortaya çıktığını sunmak veya sofistike tarzda açıklamalara girişmek değil. Amacımız çeşitli milliyetçi süreçleri ve örgütlenmeleri çalışmış, çalışmalarını yayınlamış, yerli ve yabancı araştırmacılardan alıntılarla süslü bir yazı kaleme almak değil. Biz, milliyetçiliğin doğduğu tarihsel süreci ve burjuvazinin devrimci döneminde oynadığı rolü ve daha sonra Kapitalizmin yüksek aşaması emperyalist aşamayla beraber uluslaşmasını görece diğer emperyalist devletlere kıyasla geç sağlamış diğer emperyalist devletlerin burjuvalarının örgütlediği milliyetçiliğin çeşitli ırkçı ve anti-komünist saiklerle Japonya’da, Almanya’da vb. faşizmi niçin örgütlediğini açıklamaya çalışacağız? Bunun üretimin toplumsallaşmasıyla enternasyonal karakter kazanmış proleterlerin siyasalıyla ne gibi çelişkileri, zıtlıkları olduğunu açıklamaya ve üretimin toplumsallığı mülkiyetin dokunulmazlığı ve biricikliği arasındaki karşıtlıktan doğan adaletsizlik, baskı ve sömürüyü sonlandıracak işçi sınıfının, neden milliyetçi, ırkçı, ulusçu akımların hedefi olduğunu tartışmaya açmaya çalışacağız.  Ve yine emperyalist paylaşım savaşına nokta koyan Büyük Ekim devriminin yarattığı uluslararası Dünya devrimine giden süreçte, ezilen ulus milliyetçiliğini yani devrimci milliyetçiliğin nedenlerini açıklamaya çalışacağız ve çoğunlukla milliyetçiliğin modern zamanlarda ortaya çıktığı süreci örgütlenme şeklini tartışmaya açıp kısaca değinip daha sonra bu konuya tekrar dönmek üzere noktalayacağız.

  Milliyetçilik ve ulusçuluk modern zamanlarda burjuvazinin feodalizmin burçlarında gedik açtığı kapitalist üretim ilişkilerinin geliştiği ve üretim anarşisinin itici gücünün ham madde ve pazar sorununu ve rekabeti yarattığı ortamda, ciddi atılım ve gelişim sağlamış, burjuva demokratik devrimlerini gerçekleştirmiş ulus devletlerin, ham madde ve pazarın ihtiyacı olan tedarik sorununu çözmek, metanın dolaşımında ve Dünya pazarının yaratılmasında burjuvazi tarafından iç pazara sorunsuz hakimiyeti, dış pazarla ise rekabeti canlı tutmak için örgütlenmiş 19.yy’ ve sonrasında çeşitli küçük bölge devletlere ve Kapitalist üretim ilişkileri için geri kalmış monarşist devletlere ve uluslaşmasını görece geç ve erken sağlamış Devletlerin birbirine savaş açmasıyla ve sıraladığımız gelişmelerle dünyanın pek çok bölgesinde bilimsel ve teknik atılımları sağlamış burjuvazinin feodalizmin tasfiyesinde önemli rol almış örgütlenmesinin temel motivasyonunu sağlamıştır. Avrupa’da ve Dünyada pazara hakim olmak isteyen burjuvazinin çeşitli bölüklerinin birbirilerine açtıkları savaş ve feodal artıklara açtıkları savaşlar batı Avrupa ve doğu Avrupa’da çeşitli milliyetçi hareketlerin doğmasına ve örgütlenmesine vesile olmuştur. Bu tip gelişmeler uluslaşmayı ulusal pazarların yaratılmasını hızlandırmış,  pazarı koruma eğilimini güçlendirmiştir.

  Fransız ulus devletinin Prusya ve Rusya’ya açtığı savaş Fransa’da milliyetçiliğin şovenizm ile bütünleşmesine, yeni sömürgeler yaratmak için istilacı, yayılmacı, saldırgan bir kılıf ile yeniden örgütlenmesine neden olurken, Almanyada çeşitli milliyetçi akımların doğmasına sebep oldu.  Yunan burjuvazisin limanlara ve Liman kentlerine sahip olan burjuva kesimlerinin feodal  Osmanlı hanedanlığına karşı ayaklanmasıyla yunan milliyetçiliği yunan topraklarında doğmuştur. Rusya’da ise Slav milliyetçiliği Rus monarşisinin atıllığına karşı bölgesel çapta örgütlenme ihtiyacını duyması ile ve Avrupa’daki milliyetçi hareketlenmenin sağladığı gelişimle doğdu. Ve bu gelişimle çeşitli savaşlara katıldı. Son kertede milliyetçilik ve Uluslaşma,  kapitalizmin hızla gelişip emperyalist aşamaya varmasıyla dünyada tarih sahnesinin sunduğu pek çok kesitte kendisine yer buldu diyebiliriz.  Öyle ki birinci emperyalist paylaşım savaşına gitmeden önce Fransa’da milliyetçilik şovenizmle malul olurken birinci emperyalist paylaşım savaşını hızlandıran sürece dair şartlar ve koşullar Prusya’da,  Bismarck ordusu içerisinde örgütlenen Nazist K. Burjuva unsurlar Almanya’da milliyetçiliğin yeni bir form bulmasına ve Alman sanayii Burjuvazisi adına ikinci Dünya savaşı öncesinde hareket ederek Alman iç pazarındaki sermaye değişimini örgütlerken dış pazara hakim olma arayışını Alman milliyetçiliği adına örgütleyerek emperyalist kapitalist rekabette pazara hakim olma arayışı çerçevesinde gezegeni ve insanlığı muazzam bir yıkımın eşiğine götürmüş ve hızla bir paylaşım savaşının içerisine dünyayı yuvarlamıştı.  Alman milliyetçiliği Almanya’da ve dünyada Anti-komünizmin nişanesi olurken Alman toplumunu tekleştirmiş, komünistleri, Yahudileri, Romenleri vb. pek çok etnik ve ulusal kimlikten insanı katletmiş ve Dünya için muazzam bir yıkıcılığı örgütlemişti diyebiliriz. Alman milliyetçiliği ve ulusçuluğu 1848 sonrası hızla örgütlenen Alman proleterlerin Yahudi entelektüeller ve bilim insanlarıyla ortaya çıkardığı sosyal demokrat, Komünist ve seküler örgütlenmeyi hedef almış ve onları yutmuş ve dünyada Anti-Komünizmin merkez üssü olmuştur diyebiliriz. İkinci Dünya savaşı sonrası yerini hızla Amerikan beyaz üstünlükçü ırkçılığa ve Amerikan milliyetçiliğine terk etmesi tesadüf değildir.

 Modern zamanlarda örgütlenen milliyetçilik ve ulusçuluk ve şapkasından çıkan ırkçılık proletarya enternasyonalizminin hızla örgütlendiği dünyada pazar sorunu için örgütlenirken anti-komünizm için de örgütlenir demek (ezilen ulus milliyetçiliğini elbette bundan ayırarak onun gelişim dinamikleri pazara hakim olmak isteyen milliyetçilikten ve ezen ulus milliyetçiliğinden kesinlikle farklıdır)  yanlış kaçmaz bizce. Rusya’da örgütlenen milliyetçilik pogromcu karakterini kendi Bürokrat Burjuvazisinin paranoyak kimliğinden ve atıllığından alırken Rus köylü kitlelerinin ve İşçilerinin içerisinde örgütlenen Komünistler ve halkçı hareketler olmasaydı eğer yaşanan gelişmeler Pogromculuğun hızla yaygınlaşıp  kitle kıyımlarının daha vahşi boyutlara varmasına yol açacaktı muhtemelen. Birinci Dünya savaşına dur diyerek örgütlenen Bolşevikler; Rus devrimine kumanda ederek emperyalist halkanın zincirini kırarken, enternasyonal örgütlenmeyle milliyetçi ırkçı örgütlenmelerin dalgalarının çeşitli ülkelerde kırılmasına sebep olmuştur. Proleterlerin üretimin toplumsallaşmasıyla hızla Dünyanın kurtuluşunu muştulayan sınıf olarak ortaya çıkması sonucu Çarlık Rusya sahasında devrimci işçi köylü kitleleri Bolşeviklerle beraber devrimi gerçekleştirerek milliyetçilik, ulusçuluk ve ırkçılıkla mücadelede önemli bir panzehir görevi görmüştür diyebiliriz.

 Birinci dünya savaşına giden süreçte Almanya’da Karl Kautsky ve sosyal-demokrat şürekası şovenizmle malul bir şekilde paylaşım savaşına Alman Burjuvazisinin yanında yedeklenirken Rusya’da Plekhanov gibi isimler şovenizmle Rus milliyetçiliğine yedeklenmiş Almanya’da Liebknecht ve Rosa Luksemburg Rusya’da Lenin ve yoldaşları bu anti Marksist tarza dur diyerek savaşa karşı iç savaşı örgütleyerek karşı durmuşlardı. Çünkü Marks ve Engels yoldaşın birlikte kaleme aldıkları Komünist Manifesto bütün dünya işçilerini enternasyonal örgütlenmeye çağırıyor vatanlarının bütün cihan olduğunu ilan ederken milliyetçiliğin onları çeşitli bölüklere bölmek istediğini burjuvazinin vatan anlatısının kendi sermayesini sürekli biriktirmek için koca bir yalan olduğunu açıkça ilan ediyorlardı. Sermaye ölü emektir. Öyleyse sermaye birikimi için vatan güvenli bir iç pazardır iç pazarda işçilerin burjuvaziye yedeklenmesi ve ona ayaklanmaması ve özel mülkiyeti yıkmaması için burjuvazi vatan ve millet egosuyla işçileri kendi politikasına harç etmek ister.  Rosa ve Karl Almanya’da sosyal-demokratlar tarafından katledilirken  Almanya’da sosyalist devrim yenilgiye uğratılmış ve birinci dünya paylaşım savaşından yenilgiyle çıkan Almanya’da,  Nazist milliyetçilik hızla örgütlenmiş Birinci Dünya savaşında çözülemeyen Pazar sorunu için  silahlanmayı hızlandırarak ve silahlanmaya dayalı ekonomik refahla Alman halk kitlelerini hızla örgütlemiş ve dünyayı yeni bir savaşa sürüklemiştir diyebiliriz.

  Birinci Dünya savaşından sonra pazar sorunuyla beraber ortaya çıkan devrimci ezilen ulus milliyetçiliği Rusya’da Ekim sosyalist devrimine katılmış,  Çarlık Rus ordusunun dağıtılmasında UKKTH etrafında örgütlenmiştir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı politikasının ve ilkesinin ne kadar doğru olduğu orta-doğu ve Asya’da çeşitli ezilen ulus milliyetçi hareketlerinin kumandasının bizzat uluslararası komünist harekete yakın devrimci kadrolarla veya direkt komünist kadrolarca örgütlenmesine olanak kapısı açmıştır. Ezilen ulus milliyetçiliği çeşitli imparatorluk bakiyesi olan devletlerin içerisinde bulunan kendi etni-sitelerinde örgütlenmiş ve sınıf hareketini, emperyalist Pazar sorununun yarattığı boyunduruk altından kurtuluşu sağlayacak ve kendisini destekleyecek yegane hareket olarak görmesine ve tanımasına vesile olmuştur. Sınıf hareketinin; Çarlık Rusya’sında vb. diğer ülkelerde ezen ulus milliyetçiliğinin ezilen ulusu katliama ve kırıma götürdüğü süreçte ezilen ulusla beraber hareket etmesi çeşitli ezilen ulus devrimcilerini sınıf hareketine yaklaştırmıştır. Ezilen ulus milliyetçiliğine dair sonsöz, ezilen ulus milliyetçiliği ve devrimciliği; Çeşitli yarı-sömürge ülkelerde ezilen ulus milliyetçiliğinin komprador burjuvaziye savaş açması dolaylı yoldan komprador burjuvazinin hamisi olan emperyalist kapitalist burjuvaziyle de kapışmasına, onunla çelişkisinin boyut atlayarak devrimci kimliğini kazanmasına ve sınıf hareketine yakınlaşmasına vesile olan en önemli nedendir.  Kapitalist emperyalist burjuva sömürgeci devletlerle çarpışan, bağımsızlık savaşı veren devrimci ezilen hareketleri sınıf hareketinin, Komünistlerin UKKTH politikası ve ilkesine bağlı olarak kendilerini bağımsızlığa götürecek sürecin uluslararası komünist harekete yakın konumlanmadan geçtiğinin bilincine varmışlardır.

Milliyetçiliğin Osmanlının modern zamanlarında örgütlenme sürecine gelecek olursak, Osmanlı Rusya ve Prusya örneğinde olduğu gibi geç uluslaşmış, ulusal birliğini geç sağlamış, kendi hakimiyeti altında örgütlenmiş milliyetçi hareketlerin kendisinden bağımsızlığını kazanmasıyla beraber, milliyetçi hareketlenmeleri keşfetmiş ve birinci dünya paylaşım savaşına gitmeden önce ümmetçilikle malul bir milliyetçiliği örgütlemiştir.  Osmanlıda burjuva unsurların orduda, bürokraside, kısmi sivil alanlarda milliyetçiliği örgütleyerek Osmanlının çöküş sürecine girdiği, Kapitalizmin emperyalist aşamasıyla yarı sömürge sürece giren Osmanlının ticaret burjuvazisinin komprador karakterde ve gayr-i müslim olması Osmanlıda örgütlenen Türk milliyetçiliğinin Türk ticaret burjuvazisini yaratacak servet transferini gerçekleştirmek adına örgütlenmesini ve çeşitli azınlık uluslarının milliyetçi hareketlerini ezmenin yanında Sosyalist örgütlenmelerin ezilmesini,  Anadolu’da ve Balkanlarda örgütlenmiş enternasyonal proleterlerin Türk proleterlerle enternasyonal karakterde buluşmasına engel olan enternasyonal damara kesik atmasını, yani kitle kıyımlarını, birinci paylaşım savaşı sürecinde gerçekleştirdi. Bu bağlamda Alman ordusunun yanında birinci dünya savaşına giren Alman emperyalizminin kapıkulu olan Türk bürokrat komprador burjuvazisinin örgütü ittihat terakki içinden çıkan kimi unsurların Alman Nazizmini kıskandıracak tahlil ve analizlerine rastlanması tesadüf değildir. Emperyalizmin ve onun çürüme döneminde kendi içsel dinamiğine dayanarak emperyalizmin tekrar ayağa kalkması için örgütlenen faşizmin Almanya, İtalya, Japonya vd. ülkelerde yarattığı tahribat milliyetçiliğin Dünyayı ne denli trajedilere ve yıkımlara taşıdığının kanıtıdır.  Ulus devletlerin tarihi milliyetçiliğin tarihidir. Kapitalist emperyalist dünya sistemine giden süreçte sanayileşmenin hızlanmasıyla milliyetçilik ortaya çıkan bölünmelerin, uzlaşmazlıkların, sınıfsal çelişkilerin törpülenmesi görevini görmüştür.  Ulus devletlerin hepsinde sanayileşmeyle beraber ortaya çıkan emperyalist kapitalist sistem ve rekabetle gelişen milliyetçilik pek çok ulus devlet sınırları içerisinde ve Pazar paylaşım savaşları ile devlet sınırlarını aşan dünya sahnesinde vahşetin örgütlenmesine sebep olmuştur.

                                      TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİLİK VE YENİDEN ÖRGÜTLENEN MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE

    Türkiye Burjuvazisinin Osmanlıdan ve ittihattan kopuşunu birinci dünya savaşı sonrası süreç belirlemiştir dersek yanılmış olmayız. Elbette kopuş tam anlamıyla olmamış Türk ticaret burjuvazisinin, sanayi burjuvazisinin ve bürokrat burjuvazinin komprador yönü;  birinci dünya savaşına giden süreçte azınlık kitlelere karşı işlenilen suçların cezasının savaşta kaybeden komprador bürokrat burjuvalara kesilmesiyle kendisini uluslararası alanda meşru göstermiş kurulan yeni rejim ittihattan arda kalan ümmetçi anlayışa sahip kimi kadrolarla 24 anayasasını yazmış takiyye yaparak Türkiye cumhuriyetini din-i islam cumhuriyeti olarak göstermiş böylece Osmanlıda örgütlenen ümmetçilikle malul milliyetçi örgütlenmenin kitlesini karşısına almadan yoluna devam etmiştir. Bu süreç hilafet ve saltanatın kaldırılması süreciyle rejim içi kuvvet çatışmasına gitmiş karşı çıkan kimi eski ittihatçı kadrolar yargılanmış, sürgüne gönderilmiştir. İslamcı kimi kitlelerle rejim adına çatışmalar yaşanmıştır. Emperyalizmin geldiği aşamanın yarattığı yeni ve yarı sömürge ülkeler ve tekelleşme süreci Türk komprador burjuvazisinin yeni süreçte hızla örgütlenmesine ve yeni biçim almasına vesile olmuştur. Kurulan yeni rejimin kurtuluş savaşında örgütlenmeye başlayan halk kitlelerinin kendi içsel dinamiklerini ve Türk Komünistleri ezmesi sonucu kurtuluş savaşına kendi rengini vermesiyle ve birikim yoluna giderek rejim içerisinde sivrilen Kemalistler, savaş sonrası emperyalist ülkelerle ve emperyalist kapitalist burjuvaziyle uyum içerisinde Osmanlının son dönemi sosyo-ekonomik yapısının yarı sömürge yarı feodal biçiminin birinci emperyalist paylaşım savaşıyla, kısa bir işgal süreciyle, sömürge yarı-feodal sürece evrilmesine karşılık halk kitlelerinin işgalci kuvvetlere karşı verdiği kurtuluş mücadelesini kendi sınıfsal kompozisyonuna uydurarak yarı sömürge yarı feodal biçime çevirmeyi tekrar başarmıştır.

  Türkiye’de milliyetçilik, Osmanlıda başlayan modernist süreçle örgütlenmiştir. Bu duruma karşılık çeşitli azınlıkların milliyetçilikleri bu dönemde hızla örgütlenmiş ancak merkezileşememeleri ve merkezi önderliklerini yaratamamaları Türk burjuvazisinin şiddet tekeli aracılığıyla çeşitli kırımlara uğramalarına vesile olmuştur. Türkiye’de milliyetçilik Kendisini en afaki şeylerle ve akıl almaz komplolarla rasyonalize etmeye çalışırken ezilen ulus milliyetçiliklerini emperyalizmin uşaklığı ve ajanlığıyla malul göstermeye çalışmıştır. Onun kendi sınıfsal kompozisyonu, Komprador yönü üstelik emperyalizmle çok yönlü ilişkileri, kendisinin ne denli suçlu olduğunu kanıtlar niteliktedir. Onun boğazlarda vasal kuvvet olması örneklerden bir tanesi. Türkiye burjuvazisinin emperyalizmin genişleme sonrası bunalım dönemine denk gelen çeşitli örgütlenme süreçleri emperyalizmle uyumlu yönelimleri, Türkiye’de ve Osmanlı’da örgütlenen ezilen ulus milliyetçilerinin tarihini daha doğru ve daha tutarlı incelememizi bize emretmektedir. Bu Türk burjuvazisinin örgütlediği milliyetçilik SSCB’nin ortaya çıkmasından önce örgütlenmeye başlayan uluslararası komünist örgütlenmelerin varlığı sebebiyle anti-komünist halkayı da içermesiyle taçlanmıştır. 24 anayasasından sonra hızla örgütlenen Kemalist rejim milliyetçiliği SSCB ile kimi bürokratik ilişkileri olmasına rağmen anti-komünist damarı en kuvvetli örgütleyen milliyetçiliklerden bir tanesidir. Mustafa Kemal hayattayken Türkçü kimi kesimlerin Eskişehir’de düzenlediği anti-komünist miting bu bağlamda göstergelerden bir tanesidir. Burada Osmanlının dağılışına giden süreçleri (kıtlık, savaşlar, salgın hastalıklar, nüfusun hızla azalması, nüfusunun dinamik kesimlerinin kırsal kökenli olması, üretime dayalı sanayisinin çok cılız olması, halk kitleleri ile yönetici seçkinler arasındaki derin uçurum) tartışmayacağız. Tanzimat gibi bir takım reformcu düzeltme hareketleri, Tanzimat sürecine denk düşen modernleşme süreci ve bu modernleşme süreciyle koşut ilerleyen milliyetçi hareketlenmenin esas noktası bizce de askeri-sivil bürokraside yetişmek üzere eğitilen gençlerin (Jön Türkler) Avrupa’da aldıkları eğitim sürecinde Avrupa’nın milliyetçi, Liberal örgütlenmelerini tanımaları ile başlayan bir süreç olduğu gerçeğidir. (Türkiye’de ve Osmanlıda milliyetçilik birinci Dünya savaşı ve sonraki kurtuluş savaşı dönemlerinde pek çok bölünmelere ve Türkiye’nin hakim sınıfları arasındaki kapışmanın çok yönlü olması sebebiyle üzerinden atlamak zorunda kalıp, sadece genel panaroma sunmak zorunda kalacağız.) Bu tanıma sürecini ulus-devletleşen Fransa’nın uluslararası Pazar için örgütlenip çeşitli savaşlarla pek çok imparatorluğun sahasını savaş alanına çevirmesi hazırlamıştır. Osmanlıda milliyetçiliğin esas kabuğunu, Türk ulusunun asırlarca islami düşün ve yasa altında yaşaması oluşturmuştur. Türklerin ümmetçilikle malul milliyetçiliği panislamist ve pantürkist turancı milliyetçiliği bu bakımdan kaçınılmazdır. Türk bürokrat burjuvazisinin Avrupa’nın gelişimini; milliyetçiliği örgütleyen Avrupa burjuvazisinin bu örgütlenme şartını ortaya çıkaran toplumsal tarihsel ekonomik birikim meselesini okumadan Avrupa burjuvazisini taklit ederek kazanabileceğini düşünmesi ve geç uluslaşması, sanayi burjuvazisinin geç örgütlenmesi, manifaktür, makineleşme ve sanayileşme sürecine geç kalmaları, nüfusun hızla azalması, ve dinamik nüfusun kırsal bölgelerde ikamet etmesi onun güdük kalmasına emperyalist kapitalist devletlerle dışarıda kapışamayacak hale geldiği için Kafkasya’da ve Balkanlarda toprak kaybeden Osmanlının eski bürokrat burjuvalarının hakim hale geldiği kurtuluş savaşı sürecinde Türk ulusunu Anadolu içine taşımak için çeşitli azınlıkları mübadele ve göçe zorlaması onun milliyetçiliğini pogromcu yönlere itmiş Faşist karakter kazanmasına vesile olmuştur. Elbette daha sonrasında bu milliyetçiliğe bağlı kurulan rejimin sürekli baskı politikasıyla monolitik alan yaratma çabası kimi zaman yoksul köylülerin, işçilerin itirazıyla karşılaşmışsa da köylüler, yoksullar, işçiler ve komünistler şiddet politikasıyla karşılık görmüştür. Burada kurtuluş savaşı sürecini ele almak işgalci kuvvetlere direnişin tarihini incelemek çok uzun yer kaplayacağı için bu meseleyi kısa keseceğimiz gerçeğini bize tekrar hatırlatmaktadır. Nitekim dünyada ve Türkiye’de milliyetçiliğin tarihi ve onun içsel ve dışsal çelişkilerini tartışmaya açmak başlı başına bir dosya konusu olduğu için erteliyoruz.

24 anayasası sonrası süreçte rejimin Dünyayı yakalama amacıyla yukarıdan örgütlediği modernleşme hamleleri kısmi karşılık bulmuş ancak Türkiye içi modernleşmenin ve gelişimin doğası eşitsiz gelişim yasasına toslamıştır. Bu süreçte islamilikten kısmi kopan Türk milliyetçiliği Dünyayı derinden sarsan 29 buhranı sonrası Dünya halklarında yeniden yankı bulan Devrimci süreci akamete uğratmak ve birinci dünya savaşında paylaşılamayan Dünya pazarına hakimiyet için Almanya’da örgütlenen odak noktası anti-komünist nazizmin; İngiltere, Fransa ve birçok coğrafyada karşılık bulması Türkiye’de de  Atsız, Atilhan, Saraçoğlu vb. figürlerde karşılık bulması hatta pek çok rejimin önemli figürlerinde karşılık bulması bizlere Türk milliyetçiliğinin hangi temelde örgütlendiği fikrini sunmalı. İkinci Dünya savaşına giden süreçten önce Atsız ve şürekası (Türkeş unutulmamalı) tarafından Trakyalı Sefarad Yahudilere ve kimi azınlıklara karşı pogrom örgütlenmesi emperyalist kapitalist dünya ve onun uşağı bura burjuvazisinin emperyalist kapitalist dünyanın yaratığı faşizmle de ne derece uyumlu olunduğunu kanıtlamaktadır. Faşizmle uyumlu olmak zorunda çünkü Komünist örgütlenmenin önünü açamaz, işçileri yoksulları karşısına dikecek güce müsamaha gösteremez hele de sınıfsal kompozisyonu aşırı kırılganken azınlıklara karşı milliyetçi, ırkçı duyguları nefreti yöneltmek zorunda çünkü ulus işçi sınıfını ve yoksulları icat edilmiş, uydurulmuş düşmanı yenerek, yağmaladıklarını ise lümpen kitlelere, küçük burjuvalara dağıtarak kendi yedeğinde tutma ihtiyacını hisseder. Ulusal Pazar içerisinde yaşayan nüfusu tekleştirerek herkesin aynılığı, bir ve beraber olduğu yalanını atarak, tarihsel suçlarına: ulusun bütün fertleri için işlenmiş ‘fedakar eylemler’ nitelemesi yaparak Türk halkının sıradan, masum insanlarını da suç ortaklığına alet eder. Burada Faşizmi sanayisi gelişmiş ileri ülkelerin sadece komünist mücadeleyi baskılayan, işçilerin örgütlenme hakkını elinden alan Küçük burjuva radikal hareketlerin büyük burjuvazi adına hareket edip iktidara gelmesi olarak okuyan yani kısacası Faşizmi sadece Alman modelinden okuyan incelemelerin bizim bakış açımızla alakası olmadığını belirtmek isteriz. Komprador burjuvazinin emperyalist kapitalist ileri ülkelerin burjuvazisiyle uyumu neticesi ile bir anlamda onların çıkarlarının kollayıcıları olması sebebiyle Çan kay şey dönemi Çin, Hindistan’ın belirli dönemlerinin ve Türkiye gibi ülkelerin iyi incelenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Türkiye ikinci dünya savaşında Nazilerin yenilgisinin kesinleştiği süreçte Atsız gibi Irkçı, Turancı milliyetçileri, İsmet İnönü’nün mecliste Atsız karşıtı çektiği nutuk sonrası kısmi ve göstermelik yargılamıştır. Bu süreçten sonra iktidarda temsil gücünü yitirmiş Türk milliyetçiliğin belli kampları ümmetçi yönden sıyrılmış, yeraltına gömülmüş islam öncesi Türk tarihine ilgi artmış, Buduncu teorilerle Türklerin şaman gelenek ve göreneklerine dair teorilerle örgütlenme arayışına girilmiştir.

Kırk beş sonrası Faşizmin yenilgisi İtalya ve Almanya’da Hıristiyan demokrat partilerde Faşistlerin örgütlenip soğuk savaş döneminde iki kutuplu Dünyanın ABD öncülüğündeki emperyalist kampında bulunan ülkelerin düzen demokrasisine dahil olması, eski Nazilerin ve Faşistlerin dünyanın pek çok ülkesinde yeni düzene sermayeleri ile adaptasyonunu sağlamış Sovyetlere karşı bizde ‘demokrasi’ onlarda totaliterizm propagandasını yaymak için ABD’ye bağlı pek çok ülke tek partili süreçleri geride bırakmış çok partili sürece geçmiştir. Bu süreçte Türkiye adım adım milli şefliğini geride bırakmış çok partili süreci örgütlemiştir. Türkiye burjuvazisinin komprador yönü bir kez daha onu dünya emperyalist kapitalist kampıyla beraber hareket etmeye zorunlu kılmıştır. 1950 seçimleri demokrat partinin iktidarını sağlamış CHP’nin eski milletvekili Adnan Menderes başbakan olmuştur. Rejimin kuruluşunda ittifakla iktidar olmuş toprak ağaları, sanayi burjuvazisi, ticaret burjuvazisi ve bürokrat burjuvazi arasındaki ittifak 45 sonrası CHP’den ihraç edilen toprak ağaları ve Adnan Menderes gibi figürlerle beraber son bulmuş çıkar çatışmasına gidilmiştir. 46’daki çok partili sürece geçişle bu kesimlerin Demokrat partide örgütlenmesine ve hızla iktidara yerleşmesine vesile olmuştur. Bugünkü mecliste yer alan milliyetçi partilerin dayandığı tarihsel blok, CHP’nin tek parti döneminde iktidardan kopmuş İslamcı kesimler, CHP’den kopan sermaye kesimleri, toprak ağaları hızla örgütlenmiş Adnan Menderes başbakan olmuştur. Bu dönemde CKMP isimli partinin önceli sayılan Millet partisi ve Türkiye köylü partisi Demokrat Parti’den kopmuştur. CHP’de vuku bulan sahil milliyetçiliğine alternatif Türkçü kesimlerin kurduğu çeşitli toprak ağlarının örgütlendiği partiler işte bu süreçte kurulmuş daha önce Demokrat parti üyesi olan Osman Bölükbaş ile simgeleşen Kırşehir milliyetçiliği bu ortamda vücut bulmuştur. Şu an mecliste CHP dışındaki milliyetçi partilerin dayandığı tarihsel miras tek partili CHP iktidarından kopan Demokrat Parti ve ondan kopan Köylü millet partisi, millet partisi, Türkiye köylü partisi ve sonrasında Cumhuriyetçi köylü millet partisidir. Elbette onun izleri CHP öncesi İTC’ye ve tek partili CHP iktidarına kadar uzanıyor. Onun bünyesinde bulunan laik damar ve laiklik karşıtı damar ümmetçilikle malul milliyetçilik ve ümmetten soyunmaya çalışan milliyetçiliğin dönem dönem karşı karşıya gelmesi söz konusudur ama en nihayetinde ortak düşmanları Komünistler, çeşitli azınlıklar, Kürtler, işçiler ve emekçiler karşısında bu zıtlığı sümenaltı edebilme yeteneğine de sahiptirler. Mustafa Kemal’in ümmetçilikle malul milliyetçilikle çelişen laik ve çağdaş yönlerine vurgu yapan, sol Kemalizm ise akademi dünyasında öğrenci ortamlarında bu süreçte doğmuştur. DP iktidarında çeşitli baskı ve şiddet politikaları devam etmiş hakim sınıflar arasındaki çekişme hız kazanmış 6-7 Eylül pogromu yaşanmış, gazeteciler tutuklanmış, CHP’ye soruşturma açılmış, CHP ile çatışma meclis koridorlarına kadar varmıştır. ABD’nin Marshall yardımlarını kesmesi ve Menderes hükümetine daha fazla kredi sağlamaması sebebiyle çeşitli yatırımlar için yönünü Sovyetler birliğine çeviren Adnan Menderes iktidarına 27 mayıs 19 60 sabahı askeri cuntacılar tarafından son verilmiş darbe metnini Alparslan Türkeş radyodan Türkiye ve Dünya’ya duyurmuştur. Hasan Polatkan ve Adnan Menderes idam edilmiştir. Burada bir parantez açmak gerekirse kurucu rejimin bütün nitelikleri ve hangi gerici sınıfların itifakıyla kurulduğu gerçeği çok partili dönemde kendisini teşhir etmiş 27 mayıs darbesi sonrası iyice görünür olmuştur. Türkeş askeri hayatını noktaladıktan sonra ironik bir şekilde 61 Anayasası sonrası kurulan demokrat partinin siyasi mirasını devralan Adalet partisinden siyaset teklifi almasına rağmen milliyetçileri safi Türk milliyetçiliği etrafında örgütlemeyi amaçlamış, Laiklik ve modernizmin siyasal iktidar tarafından daha fazla aşılanmasını düşünen MBK komitesinin üyesi Talat Aydemir ve Fethi Gürcan ikilisinin darbeci hizbine katılmış Küçük burjuva radikal sol Kemalist bu iki askerle nispi sosyal-demokrat yönlerinden dolayı anlaşamadığı için bu hizbi tasfiye etmek amacıyla ihbar ettiği için darbe planlamaktan üç buçuk ay cezaevinde kalmıştır. Türkeş Cumhuriyetçi Köylü millet partisinde siyasete atılmış MHP’yi kurarak anti-komünist tarzda yeniden örgütlenen milliyetçiliği hayata geçirmiştir. Bu dönem milliyetçiliği; ABD’nin orta-doğuda komünistleri engellemek için İslamcı örgütleri siyasetleri desteklemesine koşut İslamcı, şeriatçı ve Türkçü yönlerle kuvvetlendirilmiş milliyetçilikti. Türkeş 12 mart 71 darbesi sonrası kurulan milliyetçi cephe koalisyonlarına katılmış Erbakan, Demirel gibi figürlerle koalisyonlar kurmuştur. Milliyetçilik bu dönem sosyal-demokrat, komünist hareketlere karşı örgütlenmiş, işçi eylemliklerine saldırgan tutum izlemiştir. Türkeş’in partisi Nitekim 12 Eylüle giden sürecin taşlarını döşemiş 12 Eylülden çok kısa bir süre önce askere ohal ve sıkıyönetim çağrıları yapmıştır. 12 Eylül sonrası Kürt siyasalının ağırlık kazanması sonucu Kürdistan pazarında vuku bulan savaş sebebiyle milliyetçilik Kürt realitesine karşı örgütlenme ihtiyacı duymuştur. Çeşitli şoven kımıldamalara karşılık Türkiyede devrimciler, sınıf hareketi ve Devrimci hareket enternasyonal dayanışma görevini layıkıyla yerine getirmeye çalışmış çoğunlukla başarılı olmuşlardır. Kürtlere rejimin ilk yıllarında uygulanan kıyım ve asimilasyon politikası çeşitli direnişlerle karşılaşmış ancak bu direniş hareketlerinin hiçbiri merkezi önderliğini sağlayamadığı için hepsi yenilgiyle karşılaşmıştır. Bu süreç paslı, kirli sol fikirlerden kopuşu simgeleyen 71 ve 72 devrimci çıkışı ile Kürt direnişinin tekrar vuku bulmasına sebebiyet vermiştir. Türk modernleşmesine koşut ilerleyen Kürt modernleşmesi ve Ezilen Kürt ulusal devrimci milliyetçiliğini incelemek başlı başına ayrı bir tarih okuması ve inceleme tarzı gerektirdiği için konuyu şimdilik burada keseceğiz. Ulusal sorunun Pazar sorunu olduğu gerçeği kendisini bir kez daha Türkiye’de kanıtlamıştır. Ezilen ulus milliyetçiliğinin demokratik ve devrimci muhtevası kendisini ispatlayacak kesitleri Türkiye’de çeşitli tarih aralıklarında sunmuştur diyebiliriz.

Seksenli yılların sonunda SSCB’nin yıkılışı, kapitalist restorasyonu ve Çin’in kapitalist restorasyonu dünyanın tek kutuplu tekelci kapitalizme evrilmesi süreci ulusal ve uluslararası burjuvazinin çıkar çatışmasını pek çok ülkede sönümlendirmiş, dünyanın pek çok yerinde sınıf hareketlerinin tasfiyesi sürecini hızlandırmış sermayenin elinde muazzam bir birikimin oluşmasına vesile olmuş ve Dünya nüfusunun hızla proleterleşmesini sağlamıştır. Finans kapitale bağlı onunla uyumlu burjuva kampların hızla iktidarlara yerleşmelerine vesile olmuştur. Bu süreç yaklaşık yirmi yıl sonra devlet kapitalizmine dayalı devlet tekelinde öldürülmüş emekle biriken sermayenin Çin ve Rusya’da canlı emekle çatışıp onu süngüleyip oligarklar, tiranlar eliyle  tekrar Dünya pazarı için Tekelci kapitalizmin ve tek kutuplu emperyalist ABD öncülüğündeki kampın karşısına Emperyalist kutup olarak çıkmasına vesile olmuştur. Ham madde ve enerji kaynaklarına sahip çeşitli devlet kapitalisti ülkeler Rus ve Çin emperyalist kampının yanında tavır geliştirmeye soyunmuştur. İslami burjuvazinin Tekelci kapitalizmle ittifakı onu Ortadoğu’nun seçimli ülkelerinde ve seçimsiz ülkelerinde genişleyen nüfuz alanı bulmaya itmiş Türkiye’nin İslamcı sanayi, ticaret ve bürokrat burjuvalarını ilk defa 2000li yıllarda tek başına iktidara taşımıştır. Buradan sonraki süreç Türkiye’de iktidar olan İslamcı hareketin yeniden üretime bağlı inşaata dayalı birikim modeli ile toprağa dayalı tarımsal üretimi minder dışına iterek köylü kitlelerin kentlere yığılmasına, kentlere yığılan kitlelerin emek gücünün tekelci kapitalist firmalara, sanayi ve lojistik, hizmet sektörü gibi vb. alanlarda ucuza satılmasına vesile olurken, bu onun sermayesinin işbirlikçi yönünden dolayı genişleme ve ciddi birikim sağlamasına emeğin ciddi derecede vergilendirilmesi yoluyla devlet kasasındaki birikimin muazzam düzeye varmasına yol açtı. Bütün bu dönüşümün devrimci hareketin tasfiyesine odaklı ve sınıfın demokratik örgütlerinin olumsuz yönde dönüşümünü sağlayan Neo-liberal sürecin ürünü olduğu gözden kaçmamalı. Neo-liberal süreç çeşitli rüşvetlerle halk saflarındaki kişilerin satın alınmasını, sınıfa ait demokratik, devrimci örgütlerin tasfiyesini amaçlamış ve bunda da başarılı olmuştur. Küçük burjuvalara sunulan kolay kredi kolay iş kurma süreci, ülkemiz solunda ciddi bölükleri olan küçük burjuva unsurları tatmin etmiş, Demokratik kitle örgütlerini terk etmelerine veya bu sürece sessiz kalmalarını sağlamıştır. İslamcı hareket Tekelci kapitalizmin çevre ülkelere bu dönemde pompaladığı muazzam kredi paketlerini alarak ciddi altyapı yatırımları yapmaya kitle ulaşım ve kitle iletişim cihazlarını sağlayarak gelişiyoruz, büyüyoruz destanıyla milliyetçi mukaddesatçı kitlenin rızasını almayı başarmıştır. Bu süreçte islami hareket Milliyetçiliği: Dünya pazarının sorunsuz ilerlemesi ve işlemesi için liberal dünyanın garanti altına aldığı mülkiyetin dokunulmazlığı yasası gereği donuklaştırmayı başarmıştır.

Sosyalist Çin ve Rusya’nın yıkılışından sonra genişleyen emperyalist batı kampı 2009 Dünya kriziyle sarsılmış ve ABD öncülüğündeki batı kampı yeni arayışlara girmişti. Bu bağlamda ABD’de patlayan konut krizi ve Rusya’nın Gürcistan’a karşı Osetya ve Abhazya’yı ilhakı daha sonrasında Ukrayna’da ve Kırımda kapışması ve en nihayetinde Suriye devlet kapitalizminin hammadde ve enerjiye dayalı birikimi ve tekstil kozmetik gibi alanlarda sağladığı gelişim onu dünya pazarına Rusya ile beraber açılmaya itmiştir. Batı kampı bu gelişimi engellemek için çeşitli bahanelerle Suriye’nin parçalanmasına giden sürecin önünü açacak derecede cihatçı çeteleri desteklemiş Türk bürokrat burjuvazisi bu sürece direkt adapte olmuş Suriye’nin istikrarsızlığını kendi burjuvazisinin krizini geciktirecek derecede değerlendirmeye soyunmuştur. Suriye’nin tekstil kentleri yağmalanmış, petrolü Türkiye burjuvazisinin ve pazarının tedarik sorununu karşılamak amacıyla cihatçı çetelerden ucuza kapışılmıştır. Suriye’de yürütülen vekalet savaşı ve öncesi Irak’ın parçalanması süreci Batıda milliyetçi dalgayı beslemiş, Suriye’de ve Irakta yürütülen vekalet savaşları onun tarafı emperyalist yıkım ve felaket gerçeği yoksul, işçi, emekçi kitleleri göçe zorlamış bu gerçeklik Batı’nın 90’lı yıllarda pompaladığı sınırların kalktığı, evrensel yurttaşlığın kazanıldığı yalanını faş etmiş, sınırların sadece sermaye için kalktığı gerçeğini ortaya koymuştur. Bu gelişmeler Avrupa’da sağ popülist faşist eğilimleri iktidara taşımış veya iktidarlardan güç devşirecek pozisyona erişmiştir. Türkiye milliyetçiliğin yeniden örgütlenen formu; Türk burjuvazisinin parçalı kimi kesimlerinde, milliyetçiliği Kürtlere karşı örgütleme ihtiyacını dayatırken kimi kesimlerde ise göçmen düşmanlığına sürüklemektedir. Dünya pazarını yıkıma sürükleyen bu gelişmeler Tüm dünyada sınırların yükselmesine, Faşist eğilimlerin hızla örgütlenmesine olanak görevi görmüştür. Türkiye’de genç kesimlerde hızla örgütlenen milliyetçilik, genç kitlelerin, islami hareketin toplumsal hiyerarşiyi hızla kırıp yeniden örgütlediği dönemde dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelere bağlı olarak hızla geleceksizleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır denilebilir. İşsizlik, artan hayat pahalılığı, hızla yoksullaşma, konut sorunu, milliyetçi dalganın gençlerde hızla karşılık bulmasına, islami hareketin iktidarında kentlileşen halk kitlelerinin çocuklarının seküler yönelimleri Türk milliyetçiliğinin seküler damarla örgütlendiği gerçekliğini hissettiriyor. Türk bürokrat burjuvazisinin krizin ortaya çıktığı 2015 yıllarında kendi ömrünü uzatmak için çeşitli hamlelerle Suriye pazarını yağmalaması sonucu krizin net olarak hissedilmesini geciktirmiş Kürtlerin demokratik ortamda sağladığı gelişimi terör dalgasıyla boğarak Kürt halk kitlelerine karşı milliyetçiliği körüklemiştir. Demokratik Kürt hareketinin CHP üzerinden kimi milliyetçi burjuva kesimlerle ittifakı onun seküler yönü kimi seküler milliyetçi kesimlerde milliyetçiliği ‘cihatçı’ gördükleri göçmenlere, mültecilere yöneltme gereksinimini yaratmıştır. Elbette bunda uzun yıllardır islami tandanslı toplum yönetiminin payı yadsınamayacağı gibi uzun süredir rekabet içerisindeki emperyalist kampların dalaşı sonucu barışık düzenin yerini hızla çatışmaya bırakması, Türk burjuvazisinin bu çatışmaya dahiliyeti en önemli noktadır.  Milliyetçiliğin en önemli göstergesi Tüm Dünyada pandemi süreci oldu dersek yanılmış olmayız. Emperyalist kapitalist düzen onun halkası olan emperyalist ulus-devletler ve geri kalmış ulus-devletler; corona virüsü, ulusun egemenliğini tehdit eden unsur olarak görüp ona savaş açarken aslında üretimin durması, rekabetin doğası gereği sosyo-ekonomik yapılarının bozulacağı endişesini derinden yaşadılar. Aşı savaşları maske savaşları üretilen aşıların diğer ülkelerle paylaşılmaması pandemi sürecinde dahi milliyetçiliğin nasıl ve hangi etmen üzerine kurulduğunu örgütlendiğini bize açıklamış oldu. ABD’de Trump etrafında örgütlenen ve sanıldığının aksine seçim endeksli olmayan faşist eğilim vb Avrupa’da Türkiye’de seçim endeksli olmayan Faşist eğilimler toplumların bağrında nasıl örgütlenmiş olduklarını faş etmiş oldular. Bu dönem bize kaynakların tükendiği ortamda, üretim anarşisine bağlı hammadde sorunun yol açtığı kaynak kıtlığının, çeşitli ülkelerde yaşanan lokal savaşların dünyanın şimdiden emperyalist- kapitalist düzen ve onun üretim anarşisine bağlı üretim örgütlenmesinin, dünyanın belirli bölgelerini yaşamsızlaştırması gerçeği ise kitlesel göçleri tetiklemiş, emperyalist-kapitalist sistem ve karşılıklı emperyalist kamplar silahlanma hızını artırmıştır. Bütün bu sıralanan gelişmeler ışığında emperyalist-kapitalist sistem şimdiden bunalım dönemine girdiğini itiraf etmiştir. Mülkiyetin dokunulmazlığı ve kutsallığını savunan dolayısıyla pazarların savaşsız, sorunsuz güvence altına alınmasını savunan liberallerin nasıl milliyetçi, faşist eğilimlerle, Sermayenin mutlak egemenliği için kol kola girdiği gerçeğini göstermektedir. Ukrayna’nın göbeğinde yaşanan budur. Avrupalı liberaller ve Amerikalı liberaller ve sosyal-demokrat kimi kesimler sermayenin mutlak egemenliği için Neo-Nazi savaş suçlularını desteklemektedir. (Ukrayna’da yaşanan savaş Dünyanın en büyük tahıl ve buğday üreten iki ülkesinin karşı karşıya gelmesi şimdiden Avrupa ve Türkiye’de gıda enflasyonunda önemli etkenlerden bir tanesi oldu. İran’da yaşanan su sorunu ve dünyanın pek çok bölgesinde gelişen gıda krizi enerji kaynaklarına bağlı yaşanacak kriz bizlere doğru tahliller yapmayı emretmektedir) 17 Ekim devrimi sonrası olası bir geri dönüşe karşı Rusya’nın tek başına emperyal kuvvet olmaması ve bölge uluslarını sömürmemesi için modern Ukrayna’nın haritasını çizen Lenin’e saldıran Putin’i Avrupa Sovyetlerin politik mirasçısı ilan etmiş ve bütün Rus klasiklerini yasaklamış Avrupa’dan Rus öğrencileri sürmüştür. Bütün bunlar bize Burjuva demokrasisinin beşiği Avrupa burjuvazisinin gerektiğinde nasıl milliyetçiliği köpürtüp faşizmi göreve çağırdığını göstermektedir.  Bize düşen görev bütün bu gelişmeler ışığında herhangi emperyalist kampın yanında tavır almak değil. Büyük ekim devriminin ve Çin devriminin tarihsel mirasına yaslanarak politik ve ideolojik meşruluğumuzu hatırlayarak Dünyanın bütün ülkelerinde komünistlerle, devrimcilerle dayanışmak, Enternasyonal kuvveti inşa etmek, sınıf bilincine dayalı sınıf hareketini bulunduğumuz her yerde örgütlemek, emperyalist-kapitalist düzeni ve onun faşist, milliyetçi örgütlenmelerini kitlelere teşhir etmektir.

Bu makale sınıf perspektifi dergisinin 1. sayısından alınmıştır.


Spread the love

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir